Avrupa Güvenlik Mimarisi ve Türkiye’nin Stratejik Güvenlik Kapasitesi

Avrupa güvenliği, son 5 yılda peş peşe gelen krizlerle Soğuk Savaş’tan bu yana en kırılgan dönemini yaşıyor. Orta Doğu ve Afrika’da yaşanan kırılmalar sonrasında ortaya çıkan göç krizleri, COVID-19 pandemisinin küresel ölçekte yarattığı sağlık altyapısı zafiyetleri, Rusya’nın doğalgaz kesintileriyle tetiklenen enerji krizi ve son olarak Rusya-Ukrayna savaşıyla derinleşen güvenlik krizi, Avrupa’nın Türkiye gibi güçlü ve kritik bir partner ile tamamlayıcı yönetim ve kapasite perspektifinden ilişki kurmasının önemini net biçimde ortaya koymuştur.
Özellikle 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa güvenlik mimarisinin kırılganlıklarını açığa çıkararak kıtanın stratejik bağımlılıklarını ve savunma sanayii altyapısındaki eksiklikleri yeniden gündeme taşımıştır. Avrupa için kökleri tarihte yer alan bir güvenlik endişesini de yeniden ortaya çıkarmıştır.
Hibrit tehditler, insansız ve maliyet etkin sistemlerin yükselişi, konvansiyonel mühimmatlara olan ihtiyacın en üst seviyeye çıkması, caydırıcılık kapasitesindeki boşluklar Avrupa için güvenlik ve savunma kavramlarını tekrar tekrar gözden geçirmeyi ve üzerinde düşünmeyi gerektirmektedir.
NATO’nun şemsiyesi altında ABD’nin askeri katkısı Avrupa için hayati faktör olmaya devam ederken, Avrupa Birliği kendi stratejik özerkliğini artırmaya yönelik arayışını sürdürmektedir. Ancak kıtanın bu süreçte yaşadığı zorluklar, Uluslararası kuruluşların garantörlüğüne dayanan güvenlik mimarisinde Türkiye gibi çevik ve oyun kurucu aktörlerin rolünü daha kritik hale getirmektedir.
Avrupa Güvenlik Mimarisi Nereye Gidiyor?
Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO merkezli olarak inşa edilen Avrupa güvenlik mimarisi, son yıllarda çok boyutlu krizlerle sınanmıştır. Avrupa ülkeleri arasında güvenlik önceliklerinin farklılaşması, savunma bütçelerindeki yetersizlikler ve konvansiyonel mühimmat tedarik zincirlerinde görülen açıklar sistemin en kritik kırılganlıklarını oluşturmaktadır. Bu nedenle gelecekte Avrupa için bir güvenlik mimarisi kavram netliğinden bahsetmek her geçen gün zorlaşan bir hal almaktadır. Son yaşananlar bu kavram üzerinde daha derin düşünmelere ve analizlere ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir.
Nitekim Suriye, Afrika ve Asya kaynaklı göç dalgalarının negatif etkisi altında birde yanı başında Rusya gibi bir küresel gücün Avrupa istikametine doğru yönelen Ukrayna özelindeki savaşçı tutumunun Avrupa kolektif aklında ortaya çıkarttığı güncel travmaların tarihi travmalarla birleşmesi kıtasal endişe halini ve kaygı düzeyini artırmaktadır.
Rusya’nın yüksek yoğunluklu harp konsepti, Avrupa’nın özellikle topçu mühimmatı, hava savunma füzeleri ve insansız sistemler alanında büyük açıklarını görünür kılmıştır. 2022’den bu yana AB ülkeleri, Ukrayna’ya sağladıkları yoğun mühimmat desteğinin ardından kendi stoklarında ciddi seviyede erime yaşamışlardır. Bu durum, tedarik zinciri güvenliği ve ortak üretim konsorsiyumlarının kurulmasını acil ve öncelikli bir gündem haline getirmiştir.
NATO şemsiyesi altında ABD’nin askeri katkısı Avrupa için vazgeçilmez olmaya ve harcama bütçelerinin arttırılması için çalışmalar devam ederken, Avrupa Birliği stratejik özerklik vizyonu doğrultusunda Avrupa Savunma Fonu (EDF), PESCO ve Ortak Mühimmat Tedarik Programı (EDIRPA) gibi mekanizmaları devreye almıştır. Ancak bu girişimler henüz sürdürülebilir ve ölçeklenebilir bir askeri kapasite yaratma noktasına ulaşamamıştır.
Türkiye’nin Savunma Sanayii Neden Vazgeçilmez?
Türkiye, son 20 yılda savunma sanayiinde kaydettiği ilerlemelerle sadece bölgesel değil, küresel ölçekte de öne çıkmaktadır. İnsansız hava araçları, akıllı mühimmatlar ve füzeler, zırhlı kara araçları, deniz platformları, hava savunma sistemleri ve elektronik harp çözümleri, Türkiye’nin NATO ve AB açısından kritik tedarikçi ve teknoloji ortağı olabileceğini kanıtlamaktadır.
BAYKAR ve Leonardo’nun yapış olduğu ortaklık sonucu kurulan yeni şirket LBA Türkiye’nin savunma sanayii teknolojisinin Avrupa şirketlerinin ihtiyaç duyduğu kritik platformların en somut örneği niteliğindedir.
Türkiye’nin bu kapasitesi ve kazan-kazan stratejisi, Avrupa güvenlik mimarisinde kısa zamanda caydırıcılık ve esneklik kazandırabilecek kritik bir unsur olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye-AB İlişkilerinde Savunma Sanayii Fırsatları
Avrupa güvenlik mimarisinin yeniden şekillenme arayışı içerisinde olduğu ve savunma endüstriyel gücünün yeniden tasarlandığı bu dönemde Türkiye’nin katkısı, sadece askeri alanda değil, aynı zamanda stratejik iş birliği, üretim ve teknoloji düzeyinde de önem kazanmaktadır. Türkiye’nin NATO’daki konumu, Karadeniz güvenliğindeki rolü ve enerji koridorlarındaki stratejik pozisyonu, AB ile ilişkilerinde yeni dönem fırsatları yaratmaktadır.
Savunma sanayiinde ortak Ar-Ge projeleri, teknoloji transferi ve tedarik zinciri güvenliği gibi alanlarda Türkiye-AB işbirliği, Avrupa’nın stratejik özerklik hedeflerine katkı sağlayabilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin savunma sanayii kapasitesi yalnızca bölgesel bir güç unsuru değil, aynı zamanda Avrupa güvenlik mimarisinin geleceğini şekillendirecek kavramsal savrulmaları dengeleyecek bir değer olarak öne çıkmaktadır.
Yeni dünya düzeninde güvenlik ve savunma arayışları yalnızca muğlak bir güç denklemiyle değil, ölçülebilir güç üstünlüğü ve sürekli caydırıcılık üzerine inşa edilmektedir. Avrupa, artan hibrit tehditler ve insansız sistemlerin yükselişi karşısında savunma sanayii tedarik zincirlerini yeniden yapılandırmak zorundadır. “AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in açıkladığı 800 milyar avroluk ‘REARM EUROPE’ planı, kıtanın savunma sanayii ekosistemini yeniden inşa etmeyi hedeflerken; Türkiye’nin insansız sistemler, mühimmat ve hava savunmadaki kapasitesi bu vizyonun en doğal tamamlayıcısı olarak öne çıkmaktadır.”
Türkiye ise Milli Teknoloji Hamlesi vizyonu ve savunma sanayii kapasitesi ile Avrupa’nın en güvenilir, esnek ve maliyet etkin partneri olma potansiyelini taşımaktadır.
Kaynak: SavunmaSanayiST.com
 






